Öylesine gizem dolu bir sandıktır ki bu “Ahit Sandığı” günümüze dek hiç kimse bu sandığın nasıl bir sandık olduğunu anlayamamış, anladığını sananlar da Ahit Sandığı ile uzaktan veya yakından hiçbir ilgisi olmayan şeyleri yazarak milletin aklını karıştırmaktan başka bir şey yapamamıştır.. Oysa “Eski Ahit”te Hz.Musa’nın “Ahit Sandığı” hakkında birçok bilgi açık seçik bir biçimde verilmiştir. Örneğin: Allah’ın kendi parmaklarıyla yazmış olduğu iki taş levhanın Ahit şahadeti olarak Hz. Musa’ya Sina dağında verilmiş olduğu şöyle anlatılmaktadır: “Ve Sina dağında, Musa ile söyleşmeği bitirince, şahadetin iki levhasını, Allahın parmağı ile yazılmış taş levhaları ona verdi.” (Kitabı Mukaddes. Çıkış. Bap. 31)
İsrail oğulları Mısırdan çıktıkları zaman, RABBİN onlarla ahdettiği Horeb dağında, sandığın içine Musanın koymuş olduğu iki levhadan başka içinde bir şey yoktu.” (Kitabı Mukaddes /Tarihler II. Ba Ayetlerin birinde taş tabletlerin Sina dağında Hz. Musa’ya verildiği, diğerinde bu taş tabletlerin Horeb dağında sandığa konmuş olduğu bildirilmekte, böylece Hz. Musa’nın bebekken içine konduğu sandığın aynı zamanda Ahit Sandığı olduğu anlatılmaktadır (ayetlerde adı geçen Sina dağının yüzlerce adı vardır, Horeb dağı bunlardan biridir). Daha sonra bu sandığın Hz. Davud tarafından taşındığı ve Hz. Süleyman tarafından yerine konduğu yine eski Ahit’te şöyle anlatılmaktadır.
“Ve Davud kalktı, ve isimle, kerubiler üzerinde oturan ordular RABBİNİN ismiyle çağrılan Allahın sandığını Baale-yahudadan çıkarmak için, yanındaki bütün kavmla oraya gitti. Ve Allahın sandığını yeni bir arabaya koydular, ve onu tepede olan Abinadabın evinden kaldırdılar; ve Abinadabın oğulları Uzza ve Ahyo yeni arabayı sürüyorlardı. Ve Allahın sandığı ile beraber onu tepede olan Abinadabın evinden kaldırdılar; ve Ahyo sandığın önünde yürüyordu. Ve Davudla bütün İsrail evi, servi ağacından her çeşit çalgılarla, ve cenklerle ve santurlarla, ve tefler, ve çıngıraklar ve zillerle Rabbin önünde oynuyorlardı.
Ve Nakonun harman yerine geldiler, ve Uzza Allahın sandığına elini uzatıp tuttu; çünkü öküzler tökezlemişlerdi. Ve Uzzaya karşı RABBİN öfkesi alevlendi; ve düşüncesizliği yüzünden Allah onu orada vurdu; ve orada Allahın sandığı yanında öldü. Ve Davud öfkelendi, çünkü RAB Uzzayı vurmuştu; ve bugüne kadar o yere Perest-Uzza denilir.” (Kitabı Mukaddes / Samuel II. Bap.6)
“Ahit Sandığı”na dokunduğu için ölen “Uzza” kimdir veya nedir?
Turan Dursun’a göre: Uzza adlı put, Puta taparların kendilerini Allah’a yaklaştırması için aracı olarak kullandıkları yüce turnalardan biridir, bir tanrıçadır.
Turan Dursun, “Din Bu I.” isimli kitabında, Uzza’yı tarif ederken (tam açıklayamamasına rağmen), onun hem bir put, hem bir tanrıça, hem de yüce bir turna görümüne sahip devingen bir simge olduğuna parmak basmıştır. T.Dursun’un bu tezi, hem kutsal dağdaki görüntülere, hem anlatılanlara uymaktadır. Yukarıdaki ayette bizlere Uzza put’unu simgeleyen bir put’un varlığı, Uzza’nın Ahit Sandığına dokunarak ölmesi (taş olması), sonra cesedine (taşa) bir delik açılması (daha önceleri var olan delik), delik açıldıktan sonra da Uzza adının Perest-Uzza’ya (Uzza gediği) dönüştürülmesi olarak anlatılmakla “Put Uzza” adlı sembol tanıtılmaktadır.
Zaten doğaya işlenmiş dağ büyüklüğündeki bir sandığı (simgeyi) tutmağa çalışacak birinin de, doğaya resmedilmiş bir simgeden başka bir şey olamayacağı da ortadadır. Bana göre bütün bunlarla anlatılmak istenen, Uzza’nın devingen resimlerle donatılmış taştan bir put olduğu ve bu put’ta bir delik bulunduğudur. Bu ayetin tek açıklaması budur, başka açıklaması olamaz. Eğer söz konusu ayetin başka bir açıklaması olsaydı tarih tekerrür etmezdi.
Çünkü, Uzza adı Perest-Uzza’ya dönüştürülmeseydi, yani Uzza put’unda bir delik olduğu belirtilmeseydi, Uzza’nın yerini alacak olan kişinin simgesi tam olarak tarif edilemeyecek, Uzza’dan sonra gelecek Tanrı elçisinin kim olduğu bilinemeyecekti. Put Uzza’dan sonra tarihin bir kez daha tekerrür ettirildiğini göz önünde bulunduracak olursak, Uzza’nın yerine gelenin Hz.İsa olduğunu görürüz.
Bilindiği gibi, Hz.İsa, bir put üzerinde çarmıha gerilmiş, Romalı bir askerin fırlattığı mızrakla böğrü delinmişti. Yani Hz. İsa’nın simgesi de delik bir put’tur ve Uzza gibi o da Allah ile insan arasında aracı (elçi) görevi üstlenmiştir.
Bu simge Yuhanna İncil’inde şöyle anlatılmaktadır:
“Askerlerden biri onun (İsa’nın) böğrünü mızrakla deldi; hemen kan ve su çıktı. Gören şahadet etti ve onun şahadeti doğrudur; ve iman edesiniz diye kendisi doğruyu söylediğini bilir. Çünkü bu şeyler: “Onun hiç bir kemiği kırılmayacak,” yazısı yerine gelsin diye vaki oldu.”
“Bedenini deldikleri adama bakacaklardır,” der. (Yuhanna İncil’i. Bap 19/34,-37)
“O gün, haftanın ilk günü, akşam olunca, Yahudilerin korkusundan şakirtlerin bulundukları yerin kapıları kapalı iken, İsa geldi, ve ortada durup onlara: Size selamet! Dedi. Bunu söyleyip onlara ellerini ve böğrünü gösterdi.”
“Fakat on ikilerden biri olup Didimos denilen Thomas, İsa geldiği vakit onlarla beraber değildi. İmdi öbür şakirtler ona: Rabbi gördük, dediler. Fakat o onlara dedi: Eğer ben ellerindeki çivi yerlerini görmezsem ve çivilerin yerlerine parmağımı koymazsam, böğrüne de elimi koymazsam (onun İsa olduğuna) inanmam.”
“Sekiz gün sonra, şakirtleri yine içerde idiler, Thomas da onlarla beraber idi. Kapılar kapalı iken, İsa gelip ortada durdu, ve: Size selamet! dedi. Ondan sonra Thomasa dedi: Parmağını buraya getir, ve ellerime bak; elini de getir, böğrüme koy; ve imansız olma, ancak imanlı ol. Thomas cevap verip ona: Rabbim, ve Allahım! Dedi. İsa ona dedi: Beni gördüğün için iman ettin; görmeden iman edenlere ne mutlu!
Şİmdi İsa, şakirtleri önünde başka birçok alametler yaptı, ki, bu kitapta yazılmamıştır.” (Yuhanna İncil’i. Bap 20)
Bilindiği gibi Hz.İsa çarmıha (haç’a) gerildiği zaman kolları iki yana açılarak çivilenmiş, Roma’lı askerlerden biri de mızrakla Hz.İsa’nın böğrünü delmişti. Bunları bilen şüpheci Thomas, ancak yukarıda sözünü ettiği niteliklere sahip olan bir sembolün Hz.İsa olacağını söylemiştir.
Thomas’ın İsa’yı gördüğü zaman, “Rabbim ve Allah’ım” diye hitap etmesi, Allah ile İsa’yı “Baba-oğul” (Tanrı-İsa, Davud-Süleyman, Zeus-Apollon gibi), olarak gördüğü anlamına gelmektedir. Thomas’la ilgili bölümlerdeki sırlar çözüldüğünde, Thomas’a neden şüpheci lakabı verilmiş olduğu da ortaya çıkmaktadır.
Şüpheci Thomas’ın bu sözleri ile Hz.İsa’nın orijinal sembolünün delik bir put olduğunu ortaya koymakta, Kuran’da Thomas’ın bu açıklamasını doğrulamaktadır.
Kuran, Hz.İsa’nın kesinlikle çarmıha gerilmediğini, çarmıha gerilenin bir başkası olduğunu, yani bu sembolün Hz.İsa’dan çok önce de var olduğunu üstü kapalı olarak bildirmektedir. İncil’de anlatılanlarla Kuran’da anlatılanları birleştirip Kutsal dağdaki sembolle karşılaştırdığımda: Hz.İsa’nın haça gerilme olayının bu sembol üzerine düzenlendiği, aynı sembolün başkaları tarafından da kullanılmış olduğu ortaya çıkmaktadır.
Not: Ben İsa’yım diyenlerin İsa olduğunu kanıtlayabilmeleri için ellerindeki çivi, böğründe de mızrak yaralarının izlerini göstermeleri ve de tüm sırları çözmeleri gerekir. Bunları yapamayan kişi asla İsa olamaz.
İKİNCİ BÖLÜM
Kudüs’ten söz edildiğinde, Hz. Süleyman’ın Allah için yapmış olduğu ev ve bu eve koyduğu “Ahit Sandığı” gelir akıllara. Acaba bu “Kutsal Emanet”ler gerçekten bu günkü Kudüs şehrinde mi, eğer Kudüs şehrinde ise nerede saklıdır, neden hiç kimseye gösterilmez?
Gösterilemez, çünkü bu günün coğrafyasında yer alan Kudüs şehri başka, din kitaplarında sözü edilen Kudüs başkadır ve bu durum “Her şeyi çifter çifter yarattık ki, düşünüp anlayasınız diye.” (Zariyat: 51/49) “O, iki doğunun ve iki batının Rabbi’dir.” (Rahman: 55/17) ayetlerinde aklını kullananlar için yeterince açık olarak anlatılmıştır. Şimdi her şeyin çift olarak yaratılmış olduğunu aklımızda tutarak Kudüs hakkında anlatılanları mantık süzgecinden geçirelim.
KUDÜS. “Eski adı İliya, Jerusalem, Urişalim’dir. İbranice de Bethammikdaş’tır ve “Mabet” anlamına gelmektedir (Süleyman’ın mabedi). Meydan Larousse. cilt 12. syf. 21. Meydan Larousse Ansiklopedisindeki bu bilgilere göre Kudüs bir şehir değil, bir Mabet’tir. Bu Mabet’in eski adlarından biri İliya’dır. İster inanın ister inanmayın, buradaki İliya ile ünlü ozan Homeros’un anlatmış olduğu İlyada aynı yerdir ve her ikisi de Atlantis veya Mu gibi kayıptır. İliya ile (Kudüs), İliada (Truva) ilişkisini üçüncü bölümde açıklayacağım.
Meydan Larousse Ansiklopedisine göre Kudüs’ün tarihçesi şöyledir:
İbranilar Kenan ülkesine yerleştiklerinde krallar krallıklarını birleştirirler ve Davud Kudüs’ü bir baskınla ele geçirerek, kendine başkent yapar. Davud’un oğlu Süleyman yasa levhalarının yerleştirileceği Yehova tapınağının inşaatını başlatır. Tapınağın penceresiz salonuna, içinde kanun levhaları bulunan sandığı yerleştirir. Yahuda kralı Hezekiel (M.Ö.716-686) Gihon suyunu açtırdığı bir tünelle vadideki havuza getirtir. İskender’in fethinden sonra, önce Agitlerin sonra da Selefkilerin eline geçer. Tapınak M.Ö. 168’de Seleukeia kralı Antio-khos Epiphanos tarafından yağma edilir.
M.Ö.63’de Kudüs’ü ele geçiren kral Herodes tapınağı genişletmeğe ve güzelleştirmeğe girişir. Süleyman tapınağının üç bölümlü planına uyuyordu. Önünde 12 basamak olan Ulam: kokular mihrabını, adak ekmek masasını ve yedi kollu şamdanı kapsayan hekal: dua yerinde çift perde (İncil’e göre bu perdeler, kutsal cuma günü, İsa’nın öldüğü anda) yırtılır. Tapınak M.S. 73’de tahrip edilerek yakıldı, kurtarılan birkaç kutsal eşya ile, yedi kollu şamdan Roma’ya götürülür. O tarihten beri Yahudiler gelip tapınağın yakınlarında (daha sonra da Herodes surunun kalıntısı olan “Ağlama duvarı”nda) ağlaşırlar. M.S. 132’de Yahudiler yeniden Kudüs’ü işgal ettilerse de, Romalılar şehri yenerek yıktılar ve tapınağın yerine Jupiter Capitolinas’un heykelini dikerler ve şerefine Colonia Aelia Capitolina adını verirler. M.S. 629’da “Mukaddes Haç” Bizans’a götürülür.” (Meydan Larousse. cilt 12. syf. 21,-23)
Hz. Davud’un Kudüs’ü alıp almadığı şu an hiç önemli değil. Önemli olan, bu günkü Kudüs şehriyle hiç bir ilgisi olmayan bir tapınağın ve bu tapınağa ait olduğu söylenen Kutsal eşyaların, neden Kudüs’teymiş gibi gösterildiğidir. Araştırmalara göre, Hz Süleyman’ın mabedi olarak anılan bu tapınak, Hz. Adem zamanında da vardı Bu yüzden Ahit taşlarının(sandığının) Hz. Süleyman tarafından yaptırılan evin penceresiz salonuna yerleştirilmesi olayı doğru olamaz.
Çünkü Ahit sandığının penceresi olmayan bir salona konmuş olması onun ille de kapalı, ışık almayan bir salona konduğu anlamına gelmez. Bana göre bu salon etrafı dağla çevrilmiş bir vadi olduğundan penceresiz olması son derece doğaldır. Bu günkü Kabe’de böyle penceresizdir.
Tekrar ediyorum, Ahit sandığı bildiğimiz, düşündüğümüz tarzda bir sandık değildir. Ahit sandığı olarak anılan nesne etrafı yüksek duvarlarla (kayalarla) çevrilmiş bir vadi’dir. Ahit taşları da işte bu vadinin duvarlarına yerleştirilmiş vaziyette durmaktadır. Ahit sandığında (vadi’de) Allah’ın, bir daha insanları tufan suyuyla yok etmeyeceğine dair yapmış olduğu Ahit’in alameti olan “yay” da bulunmaktadır.
M.S.70 yılında Kudüs’deki tapınağın tahrip edilip yakıldığı. Yedi kollu şamdanın Roma’ya götürüldüğü. Yıkılan tapınağın yerine Jupiter’in heykelinin dikildiği .M.S. 629’ da, Kutsal Haç’ın Bizans’a götürüldüğü, söylenceleri de doğru olamaz. Çünkü “Kutsal Emanetler”in hepsi doğaya resmedilmiş, taşınamaz emanetlerdir. Bu emanetleri başka bir yere nakletmek şöyle dursun, onları yerinden oynatmaları bile mümkün değildir. Din kitaplarına göre, buranın korumasını bizzat Allah üstlenmiştir böyle bir teşebbüste bulunmak. dahi, kıyameti başlatmak olurdu.
Kudüs’te, yakılıp yıkılan ve sonrada yerine Jupiter’in heykeli dikilen tapınak, günümüze kadar ne yakılmış ne de yıkılmıştır. Jupiter’in heykeline gelince, bu heykel, aslında bir Sfenks-serapis’tir. Bu Sfenks, Jüpiter’den önce de Jüpiter’den sonra da birçok kişiye mal edilerek ideolojik amaçlarda kullanılmış bir Sfenks-serapis’tir.
Bu gün “Ağlama duvarı” olarak ziyaret edilen (Herodes surunun kalıntısı) duvarın Ağlama duvarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Kısacası: Kudüs’te yapılmış olan tapınaklar her ne kadar sonradan yapılmış olursa olsunlar İlk örneklere göre yapıldıklarından tümü kutsaldır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Kaynaklara göre, Kudüs’ün eski adlarından biri İliya’dır. İster inanın ister inanmayın, buradaki İliya ile, ünlü ozan Homeros’un anlatmış olduğu İlyada aynı yerdir ve her ikisi de Atlantis veya Mu gibi kayıptır. İliya ile (Kudüs), İliada’nın (Truva) aynı yer olduğunu aşağıdaki kaynaklar açık seçik bir biçimde ortaya koymaktadır.
Örneğin:
“Homeros, eserleri günümüze kadar gelen ilk ve en büyük Yunan şairidir. Hayatı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Herodot’a göre, M.Ö. 850’ye doğru yaşadı. “İlyada ve Odesseia” (Truva ve Tahta At) adlı destanın yazarı olarak bilinir.
Homeros şiirlerinin kazandığı itibarı gösteren küçük bir tarihi olay da şudur: Aristoteles’in veya Strabon’un iddiasına göre Büyük İskender, Kalisthenes ile Anaksarkhos’un birlikte hazırladığı bir İlyada ve Odesseia nüshasını, Dara’dan elde ettiği ganimetlerden biri olan değerli bir sandıkta saklamıştır.” (Meydan Larousse. Cilt 9. sf. 178)
“Büyük İskender, Darius’tan aldığı ganimetler arasında değerli bir çekmece bulmuş ve demiş ki: “Bunun içine benim Homeros’umu koyun; savaşlarda bana en doğru yolları gösteren odur.” (Montaigne Denemeler. syf. 220,-223)
Görüldüğü gibi her iki kaynakta da aynı konu anlatılmasına rağmen olaylara bakış açılarının değişik olması, olayı ayrı pencerelerden izlediklerini ortaya koymaktadır.
Örneğin:
Kaynaklardan biri Dara’dan ganimet olarak elde edilenin Bir “Sandık olduğunu bu sandığın içine Homeros’u koyduğunu belirtirken, diğeri bunun bir“Çekmece” olduğunu, çekmecenin içine Homeros’un yazmış olduğu eserin birer nüshalarının konduğunu ileri sürmektedir.
Bana göre, Kalisthenes ile Anaksarkhos’un, İlyada ve Odesseia’ın birer nüshasını, hazırlayarak Büyük İskender’e vermeleri, Büyük İskender’in de bu nüshaları Dara’dan veya Darius’tan ganimet olarak aldığı bir çekmeceye veya sandığa koyması olayı hem doğrudur, hem doğru değildir.
Olayın aslı şöyledir:
Homeros, M.Ö. 850 yıllarında (yaklaşık olarak), Kutsal dağdaki “İlk örnekler”i görür, bir başka değişle, bu örnekler ona gösterilir ve “İlahi plan” (Süleyman Mabedine uygulanan üçlü plan) gereği yapılması düşülen iş, kendisine anlatılır. Bu talimat üzerine harekete geçen Homeros, ilk örnekleri kafasında canlandırarak, İlyada ve Odesseia isimli eserini yazar.
Bu olaydan yaklaşık 500 sene sonra (yaklaşık M.Ö 340 yıllarında), İlyada ve Odesseia adlı eserin nüshalarının Büyük İskender tarafından bir sandığa veya çekmeceye koydurulduğu ileri sürülerek hem konunun kendini yinelemesi hem de tarihin tekerrür ettirilmesi sağlanır.
Böyle düşünmemin nedenlerinden biri: Homeros’un Kutsal dağda İlk örneklerin görüntülerinden esinlenerek yarattığı mitolojik tanrıların Büyük İskender tarafından da görülmesi, öldüğünde bu dağda (sema olarak adlandırılmış olan yere) gömülmesini istemesi ve oraya gömülmüş olmasıdır.
Homeros’un veya onun eserlerinin suretlerinin, Darius’tan ganimet olarak alınan çok değerli bir çekmecede veya sandıkta korunarak muhafaza edilmesi olayı, nedense bu güne kadar hiçbir araştırmacının dikkatini çekmemiştir. Şimdi sizlere, korunarak muhafaza edildiği bildirilen bu sandığın nasıl bir sandık olduğunu ve neden bu kadar değer verildiğini açıklamaya çalışayım.
Darius’tan ganimet olarak alındığı ileri sürülen sandık, “Ahit sandığı”dır. Evet yanlış okumadınız. Bu sandık, din kitaplarında sözü edilen “Ahit sandığı”dır. İçinde, Allah’ın Hz. Musa ile taş tabletler üzerine yapmış olduğu Ahit bulunduğundan son derece değerli bir sandıktır. Din kitaplarına göre bu sandık göksel güçler tarafından korunmaktadır.